Kaygı, tehdit olarak algılanan
durumlara karşı duyulan bir sıkıntı ve korku halidir. Tehlikeli olduğu
varsayılan belirli durumlarda kişide bedensel, zihinsel, davranışsal, duygusal
değişiklikler olduğu görülür. Kaygılı bireylerde gözlemlenen en belirgin
belirtiler arasında, huzursuzluk, endişe, korku ve panik hali, kaygının
artacağı düşünülen durumlardan kaçınma davranışı, dikkat dağınıklığı,
kontrolsüzlük hissi, delirme korkusu, kötü bir şey olacak düşüncesi, fiziksel
olarak zarar görme korkusu vardır. Bunların yanı sıra kaygı esnasında kişide
kalp çarpıntısı, nefes darlığı, boğulma hissi, kas gerginliği, mide
rahatsızlıkları, göğüste sıkışma, cinsel isteksizlik, terleme, titreme, baş
dönmesi, bayılma hissi gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar.
Kaygı Gerçekten Bir Problem mi?
Kaygı aslında en temel
duygularımızdan bir tanesidir ve kaygının bizi korumaya yönelik bir işlevi
vardır. Bu nedenle kaygıyı tamamen zararlı, def edilmesi gereken, kurtulunması
gereken, kaçınılacak bir duygu olarak görmek yanlıştır. Tam tersine, kaygı bize
her zaman lazım olan, bizi tehlikelere karşı koruyan, bizi motive eden,
farkındalığımızı kuvvetlendiren, olaylar karşısında pozisyon almamızı sağlayan
önemli ve gerekli bir duygudur.
Bunu bir örnek üzerinden
inceleyelim. Vahşi hayvanların olduğu bir ormanda olduğunuzu hayal edin. Güzel
bir yürüyüş yaptığınız esnada bir aslanın karşıdan size doğru geliyor olduğunu
gördünüz. Ne hissederdiniz? Ve ne yapardınız? İki farklı senaryoyu düşünelim.
Birincisi, kaygı duygusu hızlıca sizi sarardı ve otonom sinir sisteminiz
“Dikkat, tehlike var!” sinyalini bütün vücudunuza gönderirdi. Böylece,
bedeninizde –daha önce saydığımız- kalp çarpıntısı, terleme, kas gerginliği vs.
gibi belirtiler birden bire ortaya çıkardı. Ve üç seçenekten sizin için o an en
mantıklı olanını, sizi koruyacak olan seçeneği tercih ederdiniz: Savaş, Kaç,
Dur. Kaygınızı ve akabindeki belirtileri ve sinyalleri dikkate aldığınızda
tehlikeden korunma ve hayatta kalma şansınız oldukça yüksek olacaktır. İkinci
senaryoya bakalım: Kaygı duygusunu bilmeyen, doğuştan kaygı duygusu olmayan bir
kişi olduğunu varsayalım. Bu kişi ormanda aslanla karşılaştığında, aslanı bir
tehdit olarak algılayamaz ve onunla savaşması veya ondan kaçması gerektiğini
bilemez. Onun yanından geçip gideceğini veya yakınına bile gelmeyeceğini
düşünerek sakin ve dingin yürüyüşüne devam eder. Sonuçta ne olur: Aslan için
zahmetsiz bir yem olur. Kaygı duygusu olmadan hayatta kalma imkanımız yoktur. Bu
nedenle öncelikle kaygı duygumuzu tanımak ve kabul etmek ve hatta sevmekle işe
başlamamız gerekir. Başka bir örnek verelim: Karşıdan karşıya geçerken kaygı
duygumuz olmasaydı, bizi ezme ihtimalini düşünmeden, hızlı gelen arabaların
geçmesini beklemeden, tehlikeyi önemsemeyerek arabaların önüne atlayabilirdik.
Fakat kaygı duygumuz, o an bize hızlı araçların dikkate alınması gerektiğini,
önemsenmediği takdirde hayati tehlike arz edebileceğini ve davranışımızı buna
bağlı olarak gerçekleştirmemiz gerektiğini bize söyler. Tıpkı bir kılavuz gibi
bize rehberlik eder.
Peki, eğer kaygı bu kadar önemli ve gerekli bir duyguysa,
birçok kişinin hayatını nasıl zindan edebiliyor? Bu noktada değerlendirilmesi
gereken şey kaygının hangi durumda, hangi sıklıkta ve hangi yoğunlukta ortaya
çıktığıdır. Kaygı duygusu, “tehlike var” iken lazım olan ve işe yarayan bir
duygudur. Kaygının işlevsiz olduğu durum, “tehlike var algısı”nın hakim olduğu
ama esasta tehlike olmayan durumlardadır. Yine bir örnekle bunu inceleyelim.
Örneğin, kirlenme obsesyonu (takıntısı) olan bir danışanım ellerinin sıklıkla
mikroplara maruz kaldığını ve bu nedenle ellerini sıklıkla yıkadığını ve
ellerini her yıkadığında bu işlemi 10’ar kez tekrarladığını bildirmişti.
Kirlenme takıntısı olan kişilerde, zararlı olduğu düşünülen canlıların (mikrop,
bakteri, virüs vb.) kişiye bulaşacağı ve ona zarar vereceği (onu
hastalandıracağı ve/veya ölümcül bir rahatsızlığa neden olacağı) düşüncesinin
olduğu görülür. Bu kaygıdan kurtulmak için kişi temizlik kompülsiyonuna (ör.
ellerini sık sık yıkama) başvurur ve bu şekilde kaygısını geçici bir süreliğine
bastırır. Fakat bu süre kısadır ve bir müddet sonra aynı düşünceler yani
kaygılar kişiyi ele geçirir ve yine kişi bu kaygıları def etmek için ellerini
yıkar. Bu bir kısır döngü şeklinde sürer gider. Bu örnekte görüldüğü üzere
mikroplar kişi tarafından “tehlikeli” olarak etiketlenmiştir. Tehlikeli olarak
etiketlenen durumlar kişide kaygı duygusunu meydana getirir. Kaygı duygusu
ortaya çıktıktan sonra bedensel, zihinsel, duygusal belirtiler otomatik bir
şekilde kişiyi ele geçirmeye başlar. Bu nedenle mikrobun var olduğu düşünülen
her durumdan kişi kaçınmaya çalışır. Halbuki, mikroplarla ilgili “tehlike”
yaftasının ne ölçüde doğru olduğunun incelenmesi gerekir? Her mikrop hasta eder
mi? Mikropları hayatımızdan tamamen mi çıkarmalıyız? Mikroplardan kurtulmak
için sürekli bir şekilde temizlik yapmamız gerekir mi? Bu soruların cevaplarını
bilimsel bilgiler ışığında, yani mikropların zarar derecesini tespit etmiş
bilimsel çalışmaların sonuçlarını değerlendirerek yanıtlamak gerekir. Bu
bilgileri incelediğimizde, genellikle danışanlar korktukları kadar büyük bir
tehlike ile karşı karşıya olmadıklarını fark ederler ve mikropları tamamen
“tehlikeli” statüsünden çıkararak başka bir noktaya konumlandırırlar. “Tehlike”
yaftası kalktığında kaygıda düşüş olduğu görülür.
Sonuç olarak, kaygı duygusu, tehlikeli olmayan durumların
veya az tehlikeli olan durumların “%100 tehlikeli” olarak düşünülmesi sonucunda
ortaya çıkan ve kısa bir zaman içerisinde artarak kişinin hayatını fasit bir
daireye hapseden bir duygu haline geldiği takdirde kaygı bir bozukluk olarak
değerlendirilir ve bu noktada müdahale edilmesi gerekir.
Kaygı bozuklukları nelerdir?
Kaygı bozukluğu temelde aynı duyguyu (yani kaygıyı)
barındırmasına rağmen kişilerin hayatlarında farklı şekillerde kendini
gösterir. Kaygı bozukluklarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
- Panik Bozukluk
- Obsesif Kompülsif bozukluk
- Travma Sonrası Stres Bozukluğu
- Sosyal Kaygı Bozukluğu/ Sosyal Fobi
- Özgül Fobiler
- Yaygın Kaygı Bozukluğu
- Medikal Bir Probleme Bağlı Kaygı Bozukluğu
- Madde Kullanımına Bağlı Kaygı Bozukluğu
Not: Kaygı bozukluklarını ilerleyen yazılarımda ayrı ayrı
ele alacağım için burada detaylarına yer vermiyorum.
İclal Eskioğlu Aydın / Uzman
Klinik Psikolog
Yorumlar
Yorum Gönder