Son dönemde, “özgüven eksikliğim
var”; “sosyal ilişkilerimde hiç girişken değilim”; “sosyal kaygı yaşıyorum”
gibi problemlerle terapiye başvuran danışanların sayısı arttı. Bunun sebepleri
üzerine düşünmek beni bu yazıyı yazmaya iten şey oldu. Öncelikle, “özgüven”,
“dışadönüklük”, “girişimcilik” gibi özelliklerin neden önem kazandığına bakmak
gerekir diye düşünüyorum. Global dünyanın mesleki ve sosyal sahası gereği ve
sosyal medyanın hayatımızdaki rolü gereği dış dünyayla, sosyal ağlarla
etkileşimimiz son derece önemli hale geldi. Bu etkileşim dolayısıyla da dış
dünyaya bakan yüzümüz, görünümümüz, kendimizi tanıtma biçimimiz en mühim
meselemiz oldu. Peki bu “dış yüzümüz” nasıl olmalı? İşte bunun da kriterleri
var. Medya araçları bu kriterleri bir paket program halinde sunmakta. Örneğin,
bir dizi kahramanı her zaman etkileyici düzeyde dışa dönük ve girişimcidir.
Veya işin uzmanları çıktıkları televizyon programlarında, özgüvenin ne kadar
önemli ve çocuklarımıza kazandırmamız gereken bir özellik olduğunu anlatır. Diğer
yandan, sosyal medya üzerinden sıklıkla “özgüven” temalı paylaşımlar
yapılmakta. Veya izlediğimiz reklamlar girişimcilik, dışadönüklük mesajları ile
dolu. Dört bir yandan zihnimize akan bilgileri toparladığımızda, bazı önermeler
üretiriz: “Başarılı insanların özgüveni yüksek olur”; “Dışadönük olmazsan
yalnız kalırsın”; “Bir yerlere gelebilmek istiyorsan, girişimci bir tarafın
olmalı” v.b.
Bu önermeler
bombardımanında, kişi kimi zaman iç dünyasıyla çatışır. Yalnızlığı, sessizliği,
dinginliği isteyen iç hissiyatı bir yanda, dış dünyanın beklentileri bir yanda
durur. İki tarafa çekiştirildiği duygusunu yaşar ve gerilim meydana gelir.
Çünkü kendisi olduğu haliyle bulunduğu ortamda kendine bir yer bulamaz,
sıkışmış hisseder ve kendisini değiştirmesi gerektiği fikri onu devamlı surette
rahatsız eder.
Zihnimize
yerleşmiş bu önermelere bir örnek vermek isterim. İki oğlu olan bir anne, geçen
gün çocuklarını tanımlarken birinin dışa dönük olduğunu, diğerinin ise daha
çekingen olduğunu söyledi. Biri, insanlarla yakın teması seviyor, rahat ilişki
kuruyor. Diğeri, öpmekten, öpülmekten dahi pek hoşlanmıyor. Bunları anlatırken
araya sıkıştırdığı tanımlama enteresandı. Dışa dönük olanı tanımlarken, “O dışa
dönük, akıllı. Diğeri öyle değil” dedi. Benim dikkatimi çeken nokta buydu. Her
birinin ayrı iletişim şekilleri ve davranış çeşitleri olduğu ve birinin
diğerine herhangi bir üstünlüğü olmadığı düşünülmemiş. Burada bir kıyaslama
var. Birini daha iyi, daha doğru bulma ve onaylama var.
Aslında
çekingenliğin ve sosyal kaygının artmasının başlıca iki sebebi olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, dış dünyanın kendi dönemsel çıkarları doğrultusunda bireyleri benzer
bir kalıpta bir karaktere bürüyerek istediği formata uygun normlar oluşturma
çabasıdır. İkincisi ise, bu baskın hikaye veya baskın formatın dışında kalan
tecrübeleri reddederek önemsiz kılma çabasıdır. Bu iki nedene bağlı olarak kişi
kendi elindekinin yitip gittiğini hisseder ve bir boşluğa düşer, artık bütün
becerileri yok sayılmıştır. Bu boşluğu istenen, talep edilen özelliklerle
doldurmaya çabalar. Halbuki bazen o boşluklar öyle dolmaz, o bilgiler oraya ait
değildir. Bu çelişki kişide bir kaygı ve gerilim yaratır.
Peki
belirlenen kriterlere uygun bir girişimcilik veya özgüven sahibi olmayan herkes
özgüveni eksik, girişimci olmayan bir yapıya sahip anlamına mı gelir. Bu
insanlar hayatlarında hiç girişimde bulunmamış mıdır? Hiç mi kendilerine
güvendiklerini hissetmemişlerdir? Yoksa problem, dış dünyanın isteklerini
karşılayacak şekilde bir girişimciliğe sahip olmamakla mı ilgilidir? Bu
noktada, dış dünyanın beklentilerini sorgulamak kadar kendi bireysel
hayatımızdaki özgün, beklenen şekilde olmasa dahi farklı girişimcilik
hikayelerimize mikroskopla bakmak da önemlidir. O kenara itilmiş hikayelerde
bizim başarılarımız, değerlerimiz, duruşumuz ve bizi hayata bağlayan
birikimimiz yatar. O birikimi, sırf “sosyal beklenti”ye uymuyor diye çöpe atmak
kişiyi bildiğinden, yakın hissettiğinden, becerilerinden ve kendi biricik,
özgün hikayesinden alıkoyar.
Bu kaygının
üstesinden gelmenin yolu, kenara itilmiş ikincil konumdaki hikayelere göz
atmaktır. Bize yakın olan, bizi ifade edene tekrar imkan vermektir. Böylece
baskın hikaye haline gelen problem hikayesi yani “çekingenlik/sosyal kaygı”
yerini kişinin “biricik hikayesi”ne bırakacaktır.
Sosyal kaygı
nedeniyle başvuran danışanlardaki ortak özellikler arasında, bir
arkadaşıyla/tanıdığıyla konuşmayı başlatmada zorlanma, iş/okul ortamında
fikrini beyan etmede güçlük, yalnız vakit geçirme, toplumsal durumlardan
kaçınma gibi birtakım benzer şikayetler yer alır. Bu kişiler etraflarından
(aile üyeleri, öğretmenler, arkadaşlar vs.) çekingen bir kişiliğe sahip
oldukları, bunun hayatlarında bir engel olduğu ve değiştirilmesi gerektiği
fikrini çokça işitirler. Bu özelliklerinin, çevrenin beklentileri ile uyuşmadığını
fark ettikçe hayatlarındaki baskın hikayenin adı “sosyal kaygı” olur. Problem
hikayesi böylece kişinin hayatının merkezine oturur. Problem hikayesi olarak
“sosyal kaygı”yı getiren danışanlarla çalışırken, hayatlarında yer alan ikincil
hikayeleri birlikte araştırdığımızda ortaya çıkan çoklu hikayelere baktığımızda
tamamen başka bir senaryoyla karşılaşırız.
Tecrübi
gözlemlerimde bu danışanların farklı birçok bilgi ve birikimi örtük bir şekilde
hayatlarında barındırdıklarını gördüm. Kiminin yaşının üzerinde bir yazma
becerisiyle kendini ifade edebildiğini, kiminin kendi başına bir dil öğrenme
azmi ile özgüven sahibi olduğunu, kiminin müziğe olan ilgisini bir enstrüman
öğrenme girişimi ile ortaya koyduğunu birlikte gördük. Bu ve benzeri birçok
hikayenin aslında sönük bir şekilde bir kenarda durduğunu, iltifat edilmediğini
fark ettik. Bu çoklu hikayelere kulak verdiğimiz andan itibaren, baskın halde
hayatın her yerini kaplayarak diğer hikayeleri kenara iten ve onlara alan
tanımayan problem hikayesinin gerileyerek baskın olmaktan çıktığına ve çoklu
hikayeler zincirinde kendi yerini alarak diğer hikayelerin de ifadesi için
sahneyi boşalttığına birlikte şahit olduk.
Sonuç olarak,
sosyal kaygı ve çekingenliğin artan bir problem olarak karşımıza çıkmasında rol
oynayan global dünyanın yeni trendlerinin ve beklentilerinin değerlendirilmesi
sosyal kaygıyı anlama açısından gereklidir. Bunun yanı sıra, her bireyin hayatında
yer alan “biricik hikaye”nin ortaya çıkarılması ve ifadesine imkan tanınması,
çekingenliğin problem olarak kişinin hayatını baskılamasını önlemektedir. Kişi,
baskın problem hikayesini baz alarak değil de hayatındaki çoklu hikayeler
ışığında kendisini ve hayatını değerlendirdiğinde, tamamen farklı bir resim
çıkar ortaya. Bu büyük resimde kendisini yeniden konumlandıran kişi, çelişki ve
kaygıların yerine bilgi ve birikiminden ilham almayı tercih eder hale
gelecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder